sivas akşamları

en son yazdığım/yayınladığım yazı o seneki boğaziçi öykü yarışmasına başvurduğum ama finale kalamayan öykümmüş. nasıl da hayal kırıklığına uğramıştım "yazdığım en iyi şey"in bir şey kazanamamasına. zaten yazdığım, üzerine uğraştığım en son öykü oldu bu. sonrasında yazmadım hem üşendiğimden hem de yazamadığımdan. yazmasam ölürdüm dedik, sözümüzde durduk. yavaş yavaş, parça parça öldük. parça parça ölme kısmı candan ablanın şarkısındaki gibi değil yalnız, gömenimiz yok. daha çok çatlak ilerlemesi gibi; üstel artan, sonu felakete giden cinsten. felaket demişken, selam.

kiplerdeki garipliğe bakmamak lazım, bu blogda yazım kuralları sadece işe geldiği sürece uygulandı, çoğu zaman da saçmalandı bunda yazım kurallarının etkisi de vardı. şimdi de öyle yapıyorum. zaten konuşurken de öyle yapıyorum. tabi eğer konuşursam. uzun zaman sonra konuşunca da boğazım "barajlar boşaldı" haberlerinde yer alan görüntülerdeki toprak gibi çatlamadıysa. bilincimin akarken oluşturduğu türbülans yüzünden oluşan titreşim beni takahoma gibi sallamadıysa. canım çekti olsa da sallansak.

uzun bir süredir çok hevesli olmayan bir şekilde yazar olmak istiyorum/dum, yani istemiyorum demek ki. aylardır ne yazdığım ne de rilke'den beri çarpılarak okuduğum bir şey var. mimar sinan üniversitesi türk edebiyatı bölümü fahri öğrenciliğime de sadece sosyalleşmek amacıyla devam ediyorum ki, devamsızlıktan kaldım kalacağım. dersten değil, sosyalleşmekten. şunca senedir tek tutarlılığım blogda büyük harf kullanmamak oldu ki onu da bir önceki geri dönüşümde -bu bir geri dönüş değil- tarihe gömmüştüm. geçenlerde boşuna demedim; karaoğlan, tutarlılıkta bir dünya markası.

madem uzun zaman sonra yazıyoruz, hadi bir dönem değerlendirmesi yapalım, ne bok yedik 2015 mayıstan beri. 32 ders vermişim. işte bu kadar. sadece okula gidip geldim. makale yazdım (2 tane), okulu bitirdim (1 tane), saç beyazlattım (takribi 100 tane), sinir krizi geçirdim (takribi 100 tane, bu da mı tesadüf?), yüksek lisansa başladım (1 tane), arada da şarkılar (sayısı bilinmiyor), kitaplar (sayısı bilinmiyor), diziler (sayısı bilinmiyor) ve filmler (sayısı bilinmiyor) ile de yırtığı yamamaya çalıştım. bazı insanlarla samimiyetim arttı, bazılarıyla azaldı, bazılarıyla aynı kaldı, bazılarıyla noldu valla anlamadım. ha hayatıma giren kadın sayısı (1 tane) aynı kaldı. bir de rilke uğruna almanca öğrenmeye başladım. bu son ikisinin değeri aynı.

gerçekten tutarlı olduğum tek konu var galiba, can sıkıntısı. o hiç değişmedi geçen 26 ayda. 7 yaşımdan beri mütemadiyen can sıkıntısı yaşıyorum. çare aramayı bir eylül akşamı en sevdiğim şeylerden birini yaparken yaşadığım can sıkıntısıyla bıraktım. hangi eylüldü şimdi onu bulmakla uğraşamayacağım.

değerlendirmede bahsetmediğim birkaç şey daha var. onlardan bahsetmeyeceğim. laf kalabalıklığı olsun diye bahsettim. yani bahsetmedim. bu yazının da diğer yazılar gibi herhangi bir amacı yok. can sıkıntısı sebebiyle yazıldı tıpkı diğerleri gibi. tıpkı yaşadığım son 17 sene gibi. bir keresinde yapacak bir şey bulamayıp bütün hafta sonu uyumuştum. bu yazının o hafta sonundan farkı yok. güle güle. a ve i/sb.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

sizi çakal insanlar

bilmenin ağırlığı, dayanmanın gereksizliği

sizi size anlatmak