Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

güneş batarken -depresyonun- ardındaki tepelerin

geçen mayıs itibariyle başlayan süreç ile birlikte yaklaşık 10 sene, mektebe girişimden 2017 mayıs'a kadar,  süren depresyonumdan çıkmak üzereyim şu aralar. hatta belki de çıktım da şu an hissettiğim şey normal, mental olarak sağlıklı insanların hissettiği sıradan keyifsiz günlerden biri. bunu net olarak bilmiyorum zira o günlerden daha önce yaşamadım. mental ergenlik dönemim başlangıcı depresyonunkine denk düşüyor. nisan ayı dolaylarında dibi gördükten sonra, mayıs gibi -2 aylık bir interlüdü saymazsak- 10 seneden beri devamlı olarak içerisinde bulunduğum halet-i ruhiyenin baya baya tanılanabilir klinik depresyon olduğunu fark edince -zira bilirsiniz az buçuk kafam çalışır, 10 senede fark etmeyi başardım- bilinçsiz bir şekilde çıkış için ilk adımı atmış oldum/olmuşum. insanlara yeni yeni söylemeye başladığım gibi birkaç seans profesyonel yardım aldıktan sonra da son bir ay itibariyle hala arada sırada hüzünlü olsa da depresyon sonrası hayatımın içerisinde bulunmaktayım. bu uzun

hafıza denen şerefsiz

yıl 2003, mayıs ayının sonunda bir pazar günü. 4. sınıftayım ve sınıfça paşabahçe'ye pikniğe gideceğiz. okul bahçesinde; biz sıradayız, envai çeşit veli (anne, baba, babaanne, anneanne, hala, vb.) de kenarda bekliyor. ilkokul aşkım o senenin başında bize katılmış, benim gibi zeki, benim gibi derslerinde başarılı. o hafta da dersler sene sonu boşluğunda geçerken fırsat bu fırsat deyip ilan-ı aşk etmişim. sıra bir anlığına dağılıyor, annem bana "hangisi bakiim o kız?" diye soruyor, sevdiceğimi gösteriyorum ve cevap olarak "o ne oğlum kara kuru bir şey" cümlesini alıyorum.  yıl 2017, günlerden 14 haziran çarşamba. bitirme tezi sunumum var. sunumdan önce çay içerken "sorduklarında cevap veremeyeceğim bir soru yok, bu konuda ülkenin en bilgili insanlarından biriyim." diye tevazu şov yapıyorum. sunum başlıyor, bütün sene ingilizce çalıştığım konuyu grup arkadaşımın ricası üzerine kafamda simültane tercüme edip ana dilimde anlatmaya çalışırken -ve zorla

sivas akşamları

en son yazdığım/yayınladığım yazı o seneki boğaziçi öykü yarışmasına başvurduğum ama finale kalamayan öykümmüş. nasıl da hayal kırıklığına uğramıştım "yazdığım en iyi şey"in bir şey kazanamamasına. zaten yazdığım, üzerine uğraştığım en son öykü oldu bu. sonrasında yazmadım hem üşendiğimden hem de yazamadığımdan. yazmasam ölürdüm dedik, sözümüzde durduk. yavaş yavaş, parça parça öldük. parça parça ölme kısmı candan ablanın şarkısındaki gibi değil yalnız, gömenimiz yok. daha çok çatlak ilerlemesi gibi; üstel artan, sonu felakete giden cinsten. felaket demişken, selam. kiplerdeki garipliğe bakmamak lazım, bu blogda yazım kuralları sadece işe geldiği sürece uygulandı, çoğu zaman da saçmalandı bunda yazım kurallarının etkisi de vardı. şimdi de öyle yapıyorum. zaten konuşurken de öyle yapıyorum. tabi eğer konuşursam. uzun zaman sonra konuşunca da boğazım "barajlar boşaldı" haberlerinde yer alan görüntülerdeki toprak gibi çatlamadıysa. bilincimin akarken oluşturduğu tür